Sessizliğe tahammül kişinin iç ruhsallığının dingin ve huzurlu olduğuna ve kendiyle kalabilme kapasitesinin geliştiğine işaret eder. İçsel nesnelerinin yeterince sağlam ve tutunulabilir olduğuna, sessizliğin belirsizliğine dayanabilecek bir iç tutarlılığa ve parçalanmadan kalabilen esnek bir zara sahip olunduğunun göstergesidir.
Sürekli “şeyler” ile kendini meşgul tutmaya çabalamaksa, “Benim kendi başıma ve kendimle kalmaya tahammülüm yok” demekle aynı şeydir. Bu kişiler sürekli başkalarının dertleri ile uğraşırlar. Böylesi daha kolaydır. Ötekiler üzerinden, hem kendi bitmemiş meselelerini bir nebze unutur hem de yardım ediyor olmaktan dolayı gizli bir haz duyarlar. Ancak bu yardım, genelde kendine yapılmayanı ötekiler aracılığıyla telafi etmeye çabalamaktan farksızdır. Bu sebeple, kendine temas edemeyen birey er ya da geç bu boşluk ve anlamsızlığı sessizlikte tadacaktır. Tutunacak, yaslanacak ve yeterli desteği sağlayamayan ruhsallıksa bir noktada tökezleyecektir. Kendini ifade ettiği yüzlerse; panik atak, kaygı nöbetleri, depresyon, psikosomatik belirtiler, anlamsızlık, boşluk duyguları, kendine ve çevreye yabancılaşma, bir şey hissedememe, öfke nöbetleri, yeme krizleri olacaktır.
Bu yüzden, gelişim aşamasında yeterince iyi ilişkiler içerisinde aynalanmak bebeğin olumlu bir narsisizm ve “dayanıklı” içsel nesneler geliştirebilmesi ve barındırabilmesi açısından kritiktir. Kendine zamanında sunulmayanı sonradan öğrenmek güçtür. Acıktığında, kaygılandığında, canı acıdığında yatıştırılmayan yahut her derdine koşulan, yalnız kalmasına hiç müsaade edilmeyen bebek, ileriki dönemlerde de bunu kendi kendine nasıl yapacağını bilemez.
Bu yüzden kendi ile kalamaz ve sessizliğe dayanamaz ve onu hemen “şeylerle” doldurmaya çalışır. Halbuki, hakikat tam da o sessizlikte saklıdır. Söylenmemiş her şey…
Bu nedenle birey, ekseriyetle, takılı kaldığı gelişimsel evreye bağlı olarak, uyumsuz (maladaptif) başa çıkma stratejileri ile bu krizleri yönetmeye çalışılır.
Hakkında kesin kaideler bulunmasa da, genelde şu şekilde tezahür eder. Oral evrede (0-1/1,5 yaş) takılı kalmış bir bireyin, psikoaktif madde (alkol, madde gibi uyarıcı veya yatıştırıcı) kullanma, sigara tüketme, aşırı yemek yeme gibi bir takım bağımlılık davranışları geliştirmesi muhtemeldir. Ya da anal evrede (2-3 yaş) fiksasyona uğramış bireyin ileriki dönemlerde savurgan bir şekilde tüketerek rahatlamaya çalışabileceği ya da aşırı tutucu olarak haz elde etmeye uğraşacağı söylenebilir. Öte yandan, aşırı temizlikle uğraşma, kontrol etme (açma-kapama), mastürbasyon bağımlılığı gibi kompülsif (zorlantılı) eylemlere, bu dönemde takılı kalmış bireylerde sıkça rastlanır.
Ancak bu başa çıkma yöntemleri içinde bulunulan süreci ilerletmez. Aksine kişiyi bulunduğu konumdan daha işlevsiz bir yere itekler. Hayatı, üzerindeki öz-denetimini yitirme tehdidi altına girer.
Tüm bu perde önünde dönen tiyatronun ardında saklı olan gerçek nedir? Cevap nerede saklıdır derseniz.
Dinlemesini bilirseniz.
SESSİZLİK ‘te…
Saygılarımla.
Uzm. Klinik Psikolog Batuhan Bilen
64 total views , 1 views today