Kimi zaman; veda etmek zor gelir. Veda edilemeyen her ‘son’, ‘yeni’ başlangıçlarında önünü tıkar. Tıkanıklık, içinde bulunulan an’a ve gerçekliğe sirayet eder. Kaybedilen şeyler çeşitlilik gösterir. Kayıp; fiziksel ve/ya manevi, bir ideal, gençlik (yaş alma), göç, taşınma, iş/okul değişimi gibi çeşitli alanlarda olabilir. Kaybedilen ne olursa olsun, her değişim – olumlu ya da olumsuz olmasından bağımsız olarak- içerisinde ‘’kayıp’’ temasını barındırır. Kaybedilene özlem duyulur. Hatırlanır. Belki başlarda inkar edilir. Keşkeler ve yapılan pazarlıklar artar. Öfke, pişmanlık, hüzün, mutluluk gibi duygular iç içe geçip, yoğun bir şekilde yaşanabilir. Bunlar belirli bir süre için makuldür. Veda ve yas sürecinin ‘sağlıklı’ işlediğinin de işaretleridir. Ancak yıllarca süren ve kişinin hayatını bozan durumlara nasıl bakarız?
Kaybedilenle yüzleşilmedikçe, ona veda da dilemez.
Geride kalanın yası tutulamaz.
İnkar etmek, bırakamamak, ayrılamamak… Bu savunmalar baskın olduğunda; yaşamla olan bağı yeniden kurmak güçleşir. Hayatın akışına ve kendiliğindenliğine ayak uydurmak, uyum sağlamak zorlaşır. Zaman yavaşlar ve hatta bazen donar. Çoğu şey, ”orada ve o zaman” da takılı kalır. Bu soluk ve donuk atmosfer varoluşun her alanına sinsice işler. Zamanla, kişi derin bir boşluk duygusu, kendine ve çevresine yabancılaşma, başkalarının çizdiği sınırlar içinde kaybolduğu ilişkiler içerisinde var olma, yalnızlık, değersizlik, mutsuzluk ve kaygı dolu hissetmek gibi deneyimler tecrübe eder. Önce tüm bunlara bir anlam veremez. Bunun için ya başkalarını suçlar ya da kendini içten içe daha da tüketir. Durum, genelde içinden çıkılamaz bir hal aldığında, birey profesyonel bir desteğin yollarını arar. Aslında şunu söyler:
‘’Kendimi yeniden bulmak istiyorum.’’
‘Orada ve o zaman’ olanın üzerinden zaman geçmiştir. Ancak, ‘şimdi ve burada’ olanın ihtiyaçları bunları karşılamamaktadır. Geçmiş ve bugün arasındaki köprünün yeniden kurulmaya ihtiyacı vardır. Kurulsun ki temsil edilmeyen ve inkar edilene ‘veda edebilmek‘ fırsatına sahip olunsun. Kişi genelde, bunun bocalamasını yaşar. Neyi, nasıl yapacağını bilemez. Kafası karışmış haldedir. Değişimin anahtarı tam da rahatsızlığını ve bunaltısını duymaya başladığı yerde saklıdır. Eğer tüm bu belirtilere kulak verir, bilinçdışının ona ne anlatmaya çalıştığının izinden gider ve kendini görmeye gerçekten ‘niyet’ ederse er ya da geç geçmişin yaşanmamışlıklarının tekrarına düştüğüne ve telafisine uğraştıklarının farkına varacaktır.
Devam edebilmenin ve özgürlüğün kaybettikleri ile vedalaşıp, onların/olanların yasını tutabilmekle mümkün olduğunu görecektir, diye umuyorum.
Sevgilerimle.
Uzm. Klinik Psikolog Batuhan Bilen