İçinde bulunduğumuz dünyada insan, değer ve normlarını üretme noktasında kendi ile baş başa bırakılmıştır. Bu durum, kendini gerçekleştirmek adına bir fırsatta olabilir. Nereye ait olduğunu bilemediği bir belirsizliğe sürüklendiği, zeminsizlikte…
Geçmişin kadim gelenekleri, değerleri, arkaik simgeleri bugün bile bizi büyüleyen bir dünyanın kapılarını aralar. Bilinmezin verdiği gizem hem şaşırtıcı hem korkutucu öğeleri içinde barındırır. Bu yönüyle de onu, kitleleri manipüle etmeye açık engin bir araç haline getirir. Günümüzde ise tutunacak “değerler” ve “sözler” üretemediğimiz ya da üretilenin de karşılığını bulamadığından dolayı, “şimdi ve burada” olmanın yarattığı boşluğa düşme kaygısı ile bir türlü baş edilemez. Bir yanda, geçmişin çarpık gerçekliğiyle aktarılan ve kitlelere yön verilmeye çalışılan taraf, diğer yanda bugünün değerleri ile bunları sentezleyip güncel bir şey üretememenin sancıları. Toplumsal bir kopukluk… Aidiyet ve birlik duygusunun zedelenmesi.
Bu açıdan bakıldığında, bu karmaşanın yarattığı çatışmanın, gerçeği değerlendirme yetimizi de tehdit eden kimi tehlikeleri içinde barındırdığını düşünüyorum. Günümüzün giderek güvensizleşen ve istikrarsızlaşan kurumlarının varlığı da; kitlelerin neye, nasıl ve ne kadar güven duyabilecekleri konusunda büyük bir zeminsizlik ve boşluk yaratıyor. Doğan bu boşluk efsane, batıl inanç, rivayet, hikaye, mit özetle gerçekle ilgisi bulunmayan bir takım hurafe ve inançlarla doldurulmaya çalışılıyor.
Peki bunun psikoloji ile ilgisi nedir?
Kitlesel, sanrısallaşan bir illüzyon!
Yanılsama (illüzyon): “Var olan bir uyaranın yanlış algılanması ve yorumlanması.”
Sanrı ise: “Bir kültür içinde paylaşılmayan, gerçeğe uymayan, mantıklı düşünce ile değiştirilemeyen, direnen bir inanış”
(Öztürk, O.)
Bu tanımlar bize bugünün toplumsal/kitlesel psikolojik zihin yapısı hakkında neler anlatıyor olabilir?
Sosyal medyanın sahte kalabalıklarıyla beslenen yalnızları, tüketim çılgınlığı ve kimliğini tükettikleri üzerinden belirlemeye çalışanlar, ilişkilere sadece kendi beklentilerinin karşılanması arzusuyla yatırım yapanlar, çok çeşitli spiritüel inançların izinde kaybolanlar… Giderek yalnızlaşan insanlar…
Farklı yollar izleseler de hepsinin vardığı yer aynıdır. Evrendeki varlığının bir yeri ve anlamı olsun ister. Bir yere ait olduğunu hissetmek… Belki de en karşı konulmaz olanı, bunun peşinden gitme arzusudur. Ancak bunun hayalinde koşarken bir yanılsamanın ve hatta belki bir sanrının sahteliği içinde kaybolup gider.
Fakat bu yolu “gerçeğe” daha yakın bir şekilde izlemek mümkün müdür?
Sanıldığı kadar kolay olmadığını düşünüyorum. Şu yüzdendir ki, bunu yapabilmek öncelikle, “var oluşunun sorumluluğu” nu alabilmeyi ve birey olabilmeyi gerektirir. Deneyimlediklerini “yeteri kadar” çarpıtan, sorgulayan ve sindirdikten sonra kabul eden bir birey. Buna çaba gösteren bir birey. Aksi halde bize yansıtılanı emen bir süngerden farkımız kalmadığını düşünüyorum.
Bu yüzdendir ki dış dünyanın bize sunduğu yanılsamalı gerçeklik hepimizin bireysel süzgeçlerinden geçip test edilmeden içe alınırsa, illüzyon dediğimizin zamanla, gerçekliğimizi tümden sarsabilecek bir hezeyana dönüşmesi işten bile değildir.
Freud’un da dediği gibi “Gerçek olmayana her zaman gerçekten önce yer verilir.” (Kitle Psikolojisi)
Saygılarımla.
Klinik Psikolog Batuhan Bilen