Geçmişte tehdit altında hissettiğimiz ve korkuyla deneyimlediğimiz yaşantılar ruhsallık içinde sentezlenip (parçaların bir araya getirilmesi) sindirilmediğinde gelecekte de benzer süreçlerin yaşanabileceği beklentisi ve endişesi duyulabilir. Bu haliyle, birey kendini alıkonmaz biçimde bunaltılı, huzursuz, gergin hissedebilir. Süreç berlirli yer, kişi ve durumları çağrıştıran (bilinçli ya da farkında olmaksızın) durumlardan kaçınmaya kadar varabilir. Farkındalık düzeyine erişmeyen bu anı parçacıkları günümüze şekil değiştirmiş biçimleriyle örneğin; hayvan korkusu, uçağa binme, açık alanda bulunma (agorafobi), topluluk önünde konuşma korkusu gibi çeşitli alanlarda etki edebilir. Burada bilinç-dışına itilmiş olanın bilince geri çağırılması ve zamanında uygun tepki ve savunmaların geliştirilememesinden kaynaklı olan bu dinamiğin kırılması ve daha olgun, işlevsel baş etme yolları ile dönüşüme uğratılması psikolojik iyi oluş açısından büyük önem taşır.
Bir diğer bakış açısına göre; korku, karşılaşılan o an’a, kaygı geleceğe ait tasarımları içerir. Yani, ikisi birbiri yerine geçmez. Örneğin, vahşi bir hayvanla karşı karşıya kalmak yaşamı direkt olarak tehdit eder ve bu tehdit karşısında kişi korku hisseder. Sonrasında da kaçar, savaşır ya da dona kalarak buna tepki verir. Öte yandan, orman içerisinde dolaşan bir gezginin vahşi bir hayvanla karşılaşacak olması muhtemel de olsa bu geleceğe dair bir beklentidir. Bu daha çok nesnel yani içinde bulunulan koşullara uygun olarak duyulan bir kaygı biçimi olarakta tanımlanabilir.Bu bağlamda, kaygının hayatta kalmaya destek sağlar bir fonksiyonu da vardır. Kişiyi olası tehdit ve tehlikelere karşı tetikte olması için uyarır. Bunu bir sinyal verici olarak düşleyebiliriz. Modern yaşamda bu koşulların değişikliğe uğradığını söyleyebiliriz. Artık kimse kolay kolay sokakta gezerken bir aslanın saldırısına uğramaz. Kaygı uyandıran içeriklerin bu bağlamda dönüşüme uğradığını söyleyebiliriz. Ancak hangi şekle bürünürse bürünürsün kaygı yaşam sürdükçe var olacaktır.
Kaygı yönetilebilir olduğu sürece işlevseldir.
Sanıldığının aksine kaygı gelişimsel olarak güdüleyicidir. Mevcut konfor alanından çıkmak isteyen ancak bunu nasıl yapacağı konusunda tedirginlik ve endişe duyan birey esasında kaygının gelişime davet eden yüzü ile karşı karşıyadır. Önemli olan kaygı düzeyi onu ketleyecek mi yoksa bu bir itici güç görevi mi üstlenecektir.
Öte yandan, kaygı ile baş etmek, onun üzerine gitmekle eş tutulur. Bu çoğu koşul için geçerli olsa da her zaman için böyle olduğu söylenemez. Geri çekilmenin de zaman zaman işlevsel yönleri vardır. Size zarar verme/gelme olasılığı yüksek bir gerçeklik içerisinde kaygılanmak ve geri çekilmek faydalı olabilir.
Yukarıda bahsedilen boyutlarıyla kaygının selim taraflarından söz ettik. Diğer taraftan kaygının psikolojik olarak sıklıkla sıkıntı, bunaltı, panik, huzursuzluk, gerginlik, kafa karışıklı, kararsızlık vb. gibi belirtiler olarak tanımladığımız ve sebebi/kaynağı belli olmayan ve sürekli olan yönünden söz edebiliriz. Bu yönüyle kaygının günlük hayatı olumsuz etkileyen ve bireyin iş görebilirlik düzeyini engelleyen kısmından söz etmiş oluruz. Kişi sebebini bilmediği ve dinmeyen bir döngü içerisinde kaygılarına hapsolur. Bu yaşam alanını giderek daraltır. Bazı durumlarda bu kaygı bir nesneye bağlanır ve buna fobi deriz. Kişi tek başına dışarı çıkamaz, telefonda konuşamaz, uçağa binemez, kalabalık ortamlardan rahatsız olur, topluluk önünde konuşamaz özetle, süreç başa çıkılması güç bir hal alır. Kişi hayattan aldığı keyiften feragat eder. Her şeyi planlı ve programlı bir şekilde düzene koymaya, hayatının gidişatında hiçbir sürprize fırsat bırakmayacak şekilde bunları düzenler. Spontanlık olası bir tehtid ve tehlike anlamına gelmektedir. Bu biçimiyle yaşam tekdüze ve sıkışmış bir hal alır. Kişiyi içine alan beklenti anksiyetesi aynı şeyleri tekrar tekrar yaşayacağı ve bunlardan uzak durarak ‘tehlikelerden’ korunabileceği yanılsamasını yaşatır. Gerçek tehlike nesnellikten uzak olup, kişinin bilinçdışına itilmiş korkularının sansürlenmiş ve şekil değiştirmiş halleridir. Bu fikirler çoğu zaman bilinçli olarak yanlışlanabilse de kişi bunlardan kaçınma konusunda yine de kendini alıkoyamaz. İş bazen öyle boyutlara varır ki fiziksel semptomlar yoğun bir biçimde bu kaygıya eşlik eder. Kişi bu belirtileri; delirecekmiş, hayatını kaybedecekmiş, kalp krizi geçirecekmiş gibi algılar. Buna da panik atak ya da kaygı nöbeti deriz.
Herkesin psikolojik dayanma eşiği ve bununla başa çıkma yolları birbirinden farklı olsa da
ortak olan bir nokta vardır. O da, muğlaklığın hayatın her alanında var olduğu gerçeğidir. Bu da bireyi bir seçim yapmaya zorlar. Bu noktada bireyin kendini tanıması ve potansiyelini verimli bir şekilde ortaya koyup, kendini gerçekleştirebilmesi adına kendine has, olgun, sürdürebilir başa çıkma stratejileri geliştirmesi önem taşır.
Anlaşılacağı üzere, kaygı ile nasıl başa çıkılacağı yönündeki cevaplar her koşul için genellenebilir, keskin ve net değildir. Beşeri (insanla ilgili) olan her meselenin de bu özgünlük ve yaratıcılık içerisinde kalmasını değerli buluyorum. Bu yüzden meselenin, yaşamın bu belirsizliğine karşı bireysel açıklık, tahammül ve kabul geliştirebilmekle ilişkili olduğunu düşünüyorum.
Uzm. Klinik Psikolog Batuhan Bilen