O ve Ben, Bir’iz


İnsan yavrusu, birçok ebeveyn için dünyadaki en değerli varlığıdır. O’nun mutluluğu aileye neşe, sıkıntısı huzursuzluk, coşkusu dinamizm katar. Aileye yeni katılan bu birey, kaçınılmaz olarak aile içi dinamikleri yeniden şekillendirir. Karı-koca ilişkisine yapılan yatırımın enerjisi, daha çok ebeveynliğe aktarılırken, bireysel zevklere ayrılan zamandan da feragat edilir. Evin düzeni bile, bu değişimden nasibini alır. (eşyaların yeri değişir, önlemler alınır vs.) 

Geleneksel yapı içerisinde anne, bebeğe asıl bakım veren kişidir. Biyolojik olarak bebeğin, buna ihtiyacı da vardır. Baba ise daha çok, sistemin finansal devamlılığını sağlama görevini üstlenir ve çoğu zaman dışarıdadır. [Günümüz koşullarında bu roller arası denge değişiklik göstersede, ağırlıklı olarak işleyiş bu yöndedir.]

Zaman geçer, günler bu şekilde ilerleyip gider. Yaşamın merkezine oturtulan küçük, büyür. Bu gelişimi ve değişimi idrak etmek özellikle, hayatın içindeki diğer rollerini (kadın-erkek, birey, sevgili, karı-koca, tutkulu birer çift vs.) unutup, bir kenara bırakan ve “sadece ebeveyn” olarak varolan bir çok ana-baba için zorluklar barındırır. Uzun yıllardır sürdürülen bu sistem, şimdi değişim sinyalleri vermekte, bu bağımlı Bir’likteliğe meydan okumaktadır. 

Büyüyen-küçüğün artık farklı ihtiyaçları ve talepleri vardır. Anne babaya duyduğu gereksinim gün geçtikçe azalır. Ne tam bir yetişkinin bağımsızlığına sahiptir; ne de bir bebeğin muhtaçlığındadır, artık. Bir geçiş evresindedir. 

Bu “kopuş” süreci, bağımlı ebeveyn tarafından, yatırımını kaybetme tehdidi uyandırır. Varoluşsal olarak konumlandığı alan sarsılmaktadır. Kaygısı arttıkça da, O’na daha sıkı sarılır. Hayatına karışır, müdahale edip kontrol etmeye çalışır. Hayatı, öteki için nefes alınmaz kılar. Bunu çoğu zaman bilinçli de yapmaz. 

Bu yaklaşım karşısında boğulan bireyse, çoğu zaman öfkeli, tepkili, karşıt gelen bir hal içindedir. Zaten kendi içinde çatışmalı olan durumunu, ebeveynlerinin bu işgalci tutumu daha da zorlaştırmaktadır. Bir yandan onlara ihtiyacı olmadığını ispat etmeye çabalayan birey, diğer yandan onlara hala ihtiyacı olduğununun bilincindedir. Bu durum onu daha da hiddetlendirir. Bağımsızlık mücadelesi ise çetin ve yorucu bir yoldur. 

Peki, şu an bulunduğumuz konumdan sürecin başına dönüp bakacak olursak, ailenin her bireyi tarafından hissedilen bu sıkışmışlık hali nasıl çözülebilir?

Hepimizin, sahip olduğu farklı roller vardır. Ancak bazen, içinde bulunduğumuz süreç içerisinde bu yanlarımızı kullanmaz olur ve denge şaşıverir. O vakit ya sadece anne ya da babayızdır. Yaşam içindeki rollerimizi terazinin kolları olarak da düşünebiliriz. Eğer bir taraf fazla kalkacak olursa bu, diğer taraf hafiflediğinden ötürü olacaktır. Bu hafiflik; yokluğu, atıl kalanı, eksikliği sembolize eder. Başta var’olan ve unutulan taraflarımızı…

Sahip olunanları yeniden hatırlamak ve o yönlerine yeniden hayat vermek içinse hiç bir zaman geç değildir. Bu geri-dönüşüm, sistemin çarkları arasındaki sıkışmışlığı çözecek ve herkese derin bir nefes aldıracaktır. Aksi halde kişi, elinde son kalana, hayatta kalması ona bağlıymışçasına sıkıca tutunmaya devam edecektir. 

Saygılarımla. 

Uzm. Klinik Psikolog Batuhan Bilen

Loading

Call Now Button