Deri, dışarısı ve içerisi arasında ki sınırdır. Kimi zaman bir geçit, kimi zaman bir engel görevini üstlenir. Sisteme/Bedene deri aracılığıyla dışarıdan girebileceği gibi, sistemden dışarı da yine deri aracılığıyla çıkılabilir. Örneğin; güneşin sıcaklığını derimizde hisseder, ısınırız, ancak bir süre sonra, bedenin içerisine nüfuz eden bu ısı fazla gelir ve deriden dışarı, terleme yoluyla atılır. Bu şekilde, iç sıcaklık dengelenip, bedenin iç dengesinin korunmasını sağlanır. (homeostazi)

Psikolojik boyutta da, içeri alınan ve dışarı yollanan dengesinin ya da dengesizliğinin, ruhsallığımızda ve bedenimizde ki çalışma prensibi de, bundan çok farklı değildir.

Yaşam boyunca diğerleri ile sürekli ilişki içerisindeyizdir. Sosyal bir varlık olan insan için yaşamını aksi bir şekilde sürdürülebilmesi düşünülemez. Bu ilişkisellik ‘öteki’ ile ve ‘ötekinin’ de ‘ben’ ile sürekli bir takas halinde olmasını gerektirir. Aksi halde zaten ilişki olmaz. Demek istediğim ‘ben’, ‘öteki’ ne içimden bir şeyler verir ve ‘öteki’ de ‘ben’ in bu verdiğini kendi içine alır, işler ve sindirir. Sonra O’ da aynını yapar. Karşılıklı olarak sınırların bilindiği, diğerinin bir birey olarak, kendinden bağımsız bir varlık olarak algılanabildiği ilişkilerde, muhtemel olarak bu karşılıklı takas ilişkisi “dengeli” bir şekilde kurulacaktır.

Ancak taraflardan birisi istismarcı, işgalci ve kontamine (bulaşıcı) kişilik özelliklerine sahip; diğer tarafsa aşırı geçirgen bir deriye, yani sınırların olmadığı, ötekinin bütün “kustuklarını” içe alan bir yapıya sahipse, bu aradaki dengeyi bozacak ve sorunlara sebep olacaktır. Atılanı koşulsuz şartsız içine alan ruhsallık ve beden şişecektir. Diğerinin kötüsünün taşıyıcısı, adeta çöp kutusu olacaktır. Buna uzun süre ve sürekli maruz kalan sistem bir süre sonra dayanamayacak ve kaçınılmaz olarak çeşitli semptomlar gösterecektir.

Peki ne yapılabilir?

Öncelikle kişinin kendi sınırlarının geçirgenliği hakkında düşünmesi gerektiğini düşünüyorum. Diğerlerine karşı her zaman ne katı, ne de tamamen geçirgen sınırlara sahip olabiliriz. İşin özünün “esneklikte” olduğu kanısındayım. Kendimizi sınır kapılarında bulunan bir kontrolör gibi düşünelim, içinde bulunduğumuz durumlara, şartlara göre kimi zaman kapıyı açar, kimi zamanda onu kaparız. Sistemin içerisine alıp almayacaklarımız “olabildiğince” bize bağlıdır. Tabii bu günlük yaşam içerisinde kaçınılması zor da bir durumdur. Her zaman neyi kabul edip, neyi istemediğimizi keskin ve bu kadar net bir biçimde ifade etmek kırıcı ve idareci bir tavır da olmayabilir. “Olabildiğince” dememde ki kasıtta budur. Bir kontrol yanılgısına da (control freak) düşmeden, ancak kişilerarası ilişkilerimizde de neler olup bittiğine dair farklı bir farkındalıkla bakmak… Yazımı tam da bu metne uygun olduğunu düşündüğüm Fritz Perls’ in Gestalt duası ile sonlandırmak istiyorum.

“Ben kendi işime bakarım sen de kendi işine bak.

Ben bu dünya ya senin beklentilerini yerine getirmek için gelmedim.

Sen de benim beklentilerimi yerine getirmek için gelmedin.

Sen sensin ve ben benim.

Eğer tesadüf eseri olarak birbirimizi bulursak bu çok güzel olur.

Ama bulamazsak yapacak hiçbir şey yok.”  

Uzm. Klinik Psikolog Batuhan Bilen

Loading

Call Now Button