Yaşam kutuplar barındırır. Hayat-ölüm, kadın-erkek, gece-gündüz gibi. Bu zıtlıklar ayrı ele alındıklarında bir bütün olsalar dahi, bütünün sadece bir parçasıdırlar. Bireysel anlamlarını da, bu bütünün bir parçası olarak kazanırlar. Dilerseniz, bunu daha sade bir şekilde örneklendirmeye çalışayım. Gecenin varlığını nasıl biliriz? Gündüzün varlığının nasıl olduğunu bildiğimiz için. Bir kutup, diğerinin varlığıyla belirir ve anlam kazanır. Günlük yaşantımızda da farkında olalım ya da olmayalım bu kutuplarla sürekli temas içerisindeyizdir. Yakın ilişkilerimizde, iş yaşantımızda, kendimizle olan ilişkilerimizde… Farkındaysanız “ilişki”, “ilişkide olmak” teması hepsinin ortak noktasını barındırıyor. Çünkü hayat bir alış-veriş. Tıpkı nefes alıp-vermek gibi. Gece ve gündüz gibi. Birbirlerinden ayrılmaz bir bütünün parçaları.
Kutuplar bizi seçimler yapmaya zorlar. Ve her tercih, bir vaz geçiştir. Ötekine karşı kaba yada nazik olmak, doğru yada yalan söylemek, şiddet yada sevgi göstermek… Her seçim, iç dünyamızda ufak yada büyük bir gerilim yaratır. Bu gerilimlerle baş etmedeki becerimiz ise bireysel esnekliğimiz ve repertuvarımızın genişliğinde yatar. Peki, ne demektir esneklik ve bu repertuar meselesi?
Bu noktada sevgili hocam, Hanna Nita Scherler’ in çok sevdiğim piyano metaforunu kullanmak istiyorum. Piyanonun üzerinde toplam 88 tane tuş vardır. Hepimiz, doğuştan bu 88 tuşa sahibizdir. Ancak öğretiler, değer yargıları, inanç sistemleri, yetiştirilme tarzları, bize bunların belirli bir kısmını kullanmayı öğretir, diğerlerine ise yabancı kalır ve onları ötekileştiririz. Bunlar bakınca ne göreceğimizi, duyunca ne işiteceğimizi belirler. Diğerleri ile olan ilişkilerimizin zenginliğindeyse, kullandığımız tuş sayılarının fazlalığı belirleyici olur. Çünkü tuşlarımızın örtüştüğü noktalarda anlaşır, bize yabancı kalan “tonlarda” ise çatışırız. Yani “buluşup- ayrışırız”. Bu sebeple, repertuvarımız ne kadar zenginse bir o kadar da esneklik sahibiyizdir. Seçimlerimiz “siyah ya da beyazlar” dan ibaret değildir. Esneklik; gerektiğinde buluşmayı, gerektiğindeyse ayrışmayı becerebilmektir.
Buluşma ya da ayrışma ilkesi, kendimizle ve diğerleri ile olan ilişkilerimizde belirleyicidir. Kendinin önüne, diğerlerini koyan ve kendini sürekli diğerleri için paralayan bir insan kendine yabancılaşır-ayrışır ancak diğerleri ile buluşur. Kendi çıkarları uğruna diğerlerini kullanan ve diğerlerinin ihtiyaçlarına duyarsız kalan biriyse, kendi ile buluşur ve geri kalanlardan ayrışır. Bu esnek bir yapı değildir. Ve er yada geç içsel bir gerilim yaratır. Bu gerilim semptomlara (belirtilere), semptomlarsa hastalığa dönüşür. Bu sebeple kutuplarınızın farkında olmanın ve onları esneterek atıl kalmış yanlarınızı güçlendirmenin, sizin sizle ve diğerleriyle olan ilişkilerinizi zenginleştireceğini ümid ediyorum.
Uzm. Klinik Psikolog Batuhan Bilen