Birey, arzu duyduğu ‘şey’e erişebilmek arzusuyla yanıp tutuşur. O’na sahip olduğunda ise arzusu söner.

Bazı kişiler kendilerine erişilmesi ‘’mümkün olmayan’’ hedefler koyar. İçten içe bunların gerçekleşemeyecek –bu hedefler genelde ya kendi kişiliklerine uygun değillerdir ya da gerçekten mümkün değillerdir– olduklarını da bilir ancak, bu arzu ve ideallerinden bir türlü ödün vermez. Aksini başarısızlık, değersizlik, kendini küçük görmek olarak değerlendirir. Bu eğilimler, muhakeme etme becerilerinde de bozulmaya yol açar. Bu kişiler kendilerine karşı sert kriterlere sahip olabilecekken, ötekilere karşı şaşılacak biçimde tahammül gösterebilirler. Elbet, bu maskeli/örtülü bir görünüm de olabilir. Ötekiler olumlu/olumsuz ne yaparsa yapsınlar, O’ndan daha başarılı, mutlu, hayattan keyif alan ve vesairedir. Birey Kendini nesneleştirir. Kendilik değerini, ötekiler üzerinden tartarak belirlemeye çalışır. Bunu yaparken çifte standartlıdır ve diğerlerini hatalarıyla birlikte idealize (yüceltmek) ederken, aynı şefkati, kendine karşı sergileyemez. Burada, benliğe karşı mazoşistik bir tutumun varlığından söz edebiliriz. 

Diğer tarafta konumlanan kişiler ise ötekilerden, kendi doğrularına ‘tam’ uyum bekler. 

Bu kişilikler; Öteki’nin, Ben olmasında diretir. Katıksız uyum ve arzu-suz bir nesne yaratmaya çalışır.

Bu şekilde, ötekinin benliği üzerinde hakimiyet kurup, belirsizliği ortadan kaldırabileklerini var sanar. Bunu yaparken, karşısındakileri kontrolcülüğüyle yıldırır. Burada ki işleyişte, sadistik bir tutumun varlığından söz edilebilir.

Kişi hem kendini hem de ilişkide olduklarını tüketir. İşin enteresan tarafı, sonunda eğer her şey istediği gibi gitse bile yine de mutlu olamadığı gerçeği ile yüz yüze gelir. Hatta, hedefine yaklaştığı her adımda bu süreci, içine çeken bir girdap olarak yorumlar. Artık yaptıkları tatmin etmez boyutlara erişir ve hep daha fazlasını arar hale gelir. Ancak, ilerledikçe de mutlu olamadığını fark eder. Hayatının rengi, heyecanı, spontanlığı ortadan kaybolmuştur. 

Her şeyi bilmek, kontrol etme arzusu ve kesinlik yaşamını o kadar belirgin kılmış ve sınırlandırmıştır ki hayat adeta mekanikleşmiştir.

Kimi durumlarda, bireyin arzuladığı mutlak doyum ve haz arayışı, üst ben (superego) tarafından yeteri kadar baskılanamaz. Bu durumda, çiğ ve ilkel bir dışa vurumun varlığından söz ederiz. Fazla baskılamak ne kadar ego üzerinde yıkıcı ve yıpratıcıysa, dizginlenemeyen libidinal ve/ya agresif enerji de benzer etkiyi yaratacaktır. Sürekli haz peşinde koşan, her istediğini şimdi ve burada ilkesiyle sınır tanımaksızın isteyen ve eyleme koyan bireyin savunmalarının ‘sağlıklı’ işlediğinden söz edemeyiz. Bu haliyle; dürtülerinin kurbanı olduğunu, iç ve dış dünyadan gelen uyaranların ayrımını yapıp, filtreleyemediğini söyleyebiliriz. Bu işleyişin ileriki aşamalarının psikotik bir duruma seyrettiğinden söz edebiliriz.

Bu bağlamda, arzu ve haz ikilisinin dinamiğini ”mükemmel’’ yerine ‘’yeteri kadar’’ zeminine oturtabilmek; kaygıyı azaltıcı ve esneklik barındıran bir yolda ilerlemeye katkı sağlayacaktır. Haz kadar hayal kırıklığı da yaşamın vaz geçilmez ve gerekli bir parçasıdır. Bu bağlamda, bireyin erişebildikleri ve ulaşamadıkları üzerinde içsel bir uzlaşıya varabiliyor olmasının, ruhsal olgunluğunun önemli bir işareti olduğunu düşünüyorum.

Uzm. Klinik Psikolog Batuhan Bilen

Loading

Call Now Button